Hep yarınlara ertelenen iyilikler, tövbeler, özürler, gönül almalar… Yetmediğini söylediğimiz zaman içerisinde salih amellere de vaktimiz olmadı. “Artık kısmetse yarına….” deyip erteledik hep. “Ya yarını görmek kısmet olmazsa?” diyemedik bir türlü???
Aylardan Ağustos… Sakin bir Cuma günüydü. Yaz güneşinin en yakıcı olduğu öğle saatleriydi. Güneşin etkisiyle olsa gerek, her gün dolup taşan şehir merkezi bile o kadar hareketli değildi. Dükkânları dolaşan, vitrinleri seyreden birkaç kişi… Çarşıdaki büyük caminin duvarı dibinde sohbet eden birkaç ihtiyar, hemen yanlarında oyun oynayan birkaç çocuk… Caminin etrafındaki çay ocaklarının gölgeliğinde çayını yudumlayanlar…. Biraz ilerideki parkta sıcaktan bunalıp ağaçların gölgesine sığınanlar… Sıcağın nefes aldırmadığı saatlerde çarşı öyle durgundu.
Çarşı camisinin minaresinden yankılanan bir ses bütün bu durgun havayı dağıtmaya yetti. Saat 12.10’u gösteriyordu. Ezan okunmaya başladı. Herkes Cuma salâsı olduğunu düşündü bir an, dikkat kesildi. Hayır, okunan salâ değildi. Düpedüz beş vakit dinlediğimiz ezandı. Ezanla beraber bir panik ve şaşkınlık başladı:
– Ne oluyor böyle? Salâ için bile on dakika var! Yoksa benim saat mi geri kaldı?
– Acaba saatler öne mi alındı? Ağustos ayında… Ekim’de öne alınmıyor muydu saatler?
– Hocanın saati yanlıştır belki. Sizinki kaçı gösteriyor?
Bir anda durgun, içine kapanmış çarşıyı hareketlendirdi bu vakitsiz okunan ezan. Kimileri hiç sorgulamadan namaza geç kaldım telaşıyla abdest almaya koşuyor, kimileri ne olduğunu anlamak için etrafındakilere soruyor. Derken, ezan bu telaş arasında şehadet kelimeleri söylenirken sustu. Bir duyuru ile açıklama yapıldı şehir halkına:
“Merkezî sistemin kayıt cihazı yanlışlıkla çalıştırılmıştır. Vatandaşlarımızdan özür dileriz.”
Tuhaf ama özellikle büyük şehirlerin pek çoğunda ezanların kayıt cihazları tarafından okunduğunu biliyoruz ve galiba kanıksadık.
Ansızın yankılanan bir cuma ezanında, yine ezan kadar ani başlayan telaş, koşuşturma… Bir saat öncesinden namaza hazır olanımız pek yok. İşlerimizi şöyle böyle bir plan çerçevesinde yapmamıza rağmen çoğumuz yetiştiremediğimizden şikayet ediyoruz. Zamanın bereketinin kalmadığını dile getiriyoruz sık sık. “Nasıl akşam oluyor anlamıyorum.” diye hayıflanıyoruz. Hal böyleyken bir saat öncesinden, namaza hazır olmak, olabilmek.. Aklımıza Allah Rasulü s.a.v.’in bir hadis-i şerifi geliyor:
“Zaman kısalıp sene ay, ay hafta, hafta gün, gün saat, saat de ateş tutuşturacak kadar az bir zaman gibi olmadıkça kıyamet kopmaz.”
Tuhaf değil mi? Halbuki gündelik işlerimiz eskisi kadar zaman almıyor. Gelişen teknolojinin nimetleri elimizin altında. Taşıtlar yaygınlaştı, gideceğimiz yere yürümüyoruz artık. Bir zamanlar saatlerimizi alan işleri dakikalar içinde hallediyoruz. Evlerimizde bir düğmeye basarak çamaşır bulaşık yıkanıyor. Bir zamanlar odun, kömürle ısınmak için yazdan hazırlıklara başladığımızı unutmadık. Sobaların yerini artık tek düğmeyle çalışan ısıtma sistemleri aldı.
Peki, bütün işlerimiz makinelerle kolaylaşmışken, biz hangi işi yetiştirmek için koşturup duruyoruz? Koşturuyoruz, yine de bir türlü yetiştiremiyoruz. Gerçekten zaman mı kısalıyor, yoksa biz zamanı kullanma yeteneğimizi mi kaybettik?
Yanlışlıkla okunan bu ezanla zaman bilincimizi bir kez daha sorguladığımızda cevabını veremediğimiz sorular çıkıyor karşımıza. Bir saat önce okunan ezana bu kadar hazırlıksız iken, geleceğinden şüphemiz olmayan ecele ne kadar hazırız? Dünya işlerine sarılıp “sonra yaparım” diyerek ertelediğimiz iyilikleri yapmaya fırsatımız olacak mı? Ne zaman ‘sonra’larımızın yerini ‘şimdi’ler alacak? Ömür dediğimiz sermayeyi bütünüyle dünya işlerine harcamanın ahmakça bir ticaret olduğunu sermayemiz tükendiğinde mi anlayacağız?
Hep yarınlara ertelenen iyilikler, tövbeler, özürler, gönül almalar… Yetmediğini söylediğimiz zaman içerisinde salih amellere de vaktimiz olmadı. “Artık kısmetse yarına…” deyip erteledik hep. “Ya yarını görmek kısmet olmazsa?” diyemedik bir türlü? Ya ecel bugün kapımızı çalarsa? Beklemediğimiz bir ezan sesinde bu kadar şaşırmış iken, Azrail a.s.’ı ansızın karşımızda görünce ne yapacağız?
Minareden bir ezan okundu bugün. Her gün beş vakit dinlediğimiz ezanlardan farklı… Vakitsiz, ansızın… Hepimizi hazırlıksız yakalayıverdi. Kim bilir, belki de bu ses ebedi hayatımız heba olmasın, uyuyan gönüller uyansın diye ötelerden gelen bir uyarıydı.