“Eğer gerçek müminler iseniz Allah’a ve Resûlü’ne ittaat edin. (Enfal 8/1)”
Allah Teâlâ hazretlerinin insanoğluna lütfettiği en önemli nimetlerden biri de akıldır. İnsanı diğer canlılardan ayıran bu özellik sayesinden iyiyi kötüden, güzeli çirkinden, doğruyu yanlıştan ayırt ederiz. Akıl , medeniyetler kurmada, savaşta, barışta; işte, evde, okulda, kısacası hayatın her safhasında kullandığımız, yararlandığımız bir dayanaktır. Doğru kullanılırsa insanlığa hizmet eder, yanlış kullanıldığında ise insanlık için felâkettir.
Hem tarihe hem de günümüze göz attığımızda görülen manzara o ki, insanlar, akıl nimetini yeterince doğru kullanamamışlar. Aslında geçmişe dönmeye pek gerek yok, yaşadığımız dünyanın hali ortada. Cinayetler, tecavüzler… İnsanoğlu, gerek ferdî planda, gerekse toplumsal bünyelerde yaşanan türlü yıkımların, altında eziliyor. Bugün insanlığın içinde bulunduğu bunalım ve karmaşa, hayranlık uyandıran teknolojiyi üretmiş olsa bile, aklın tek başına yeterli olmadığını açıkça gösteriyor.
İnsanoğlunun bu zaafını ezeli ve ebedi ilmiyle bilen Allah Teâlâ, onu yeryüzüne gönderdiği andan itibaren hak ile bâtılı ayırt edip, doğru yolu bulsunlar diye kitaplar ve peygamberler göndermiştir. Cenâb-ı Mevlâ, peygamberleri vasıtasıyla insanlara, güzeli çirkini , iyi kötüyü, doğruyu eğriyi ve hayrı şerri öğretmiş ve insanın dünyadaki vazife ve haklarını açık olarak bildirmiştir. Böylece hem dünya hayatında hem de sonrasında huzur ve mutluluğa ulaşmanın yolunu göstermiştir. Allah Teâlâ insanı yarattıktan sonra kendi başına bırakıp, mükemmel birer model olarak peygamberleri göndermeseydi, insanlık doğru yolu bulamazdı.
İlâhi mesajın sonuncusu Kur’an-ı Kerim, son elçi de Hz. Peygamber Efendimizdir.(s.a.v.)
O peygamberler peygamberinin gönderildiği döneme bakılırsa; insanların kendi elleriyle yapıp ilâh diye taptıkları putlar ve bu temel yanlış üzerine kurulu bir hayat modeli… Ticari meta gibi görülen kadınlar, diri diri gömülen kız çocukları… Kölelik ve daha nice vahşetle dolu bir hayat…
Elbette bugün olduğu gibi o gün de akıl vardı. Eğer akıl tek başına iyiyi, güzeli bulabiliyordu ise, bütün bunlar niçin oluyordu?
O gün insanlık, yaşadığı vahşet ve karanlıktan Allah’ın Resûlü etrafında kenetlenerek nasıl huzur ve aydınlığa ulaştıysa, bu gün ve her devirde yine aynı şekilde kurtuluşa erebilecektir. Eğer bunun dışında bir yol olsaydı, bunca zamandır insanlık bunu bulur, aradığı huzura kavuşurdu. Oysa bugüne kadar hangi felsefe, hangi fikir ve İslâm’ın dışında hangi din bunu sağlayabildi? Bugün fertler ve toplumlar böylesine bir bunalımın pençesinde niçin kıvranıyorlar.
Din olduğu gibi bugün de ilâhî mesajla ve o mesajı hayatla bütünleştiren şefkatli elçinin yoluna hava kadar, su kadar muhtacız. O sebeple sünnet kavramı büyük önem taşıyor. Şu veya bu sebeple bu kavramı eleştirmek yerine, ancak ona sarılarak, öğrenip bugüne taşıyarak, iki cihanda huzura erebiliriz. Peygamber ahlâkını model, o modeli yaşayabilmek için de sünneti esas almadıkça yeryüzünde huzur, âhirette mutluluk bulma imkânı yok!
Allah Teâlâ;
“Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi davet ettiği zaman, Allah’a ve Resûlü’ne uyun. (Enfal 8/24)” buyuruyor.
Şimdi hayat bulma zamanı. Yaratıcımıza, O’nun içimizden seçip gönderdiği rahmet peygamberine sımsıkı sarılma zamanı. Peygamber vârisi rabbani âlimler etrafında Allah’ın rızasına yol bulmak için kenetlenme zamanı.
Hepimizi kovalayıp durmakta olan ölüm bizi yakaladığında çok geç olacak!