Cenab-ı Mevlâ, Müberra Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de insanları zorlukla da kolaylıkla da imtihan edeceğini buyurmuştur. Kolaylık unutmaya ve sapkınlığa sürükleme ihtimali taşırken, zorluk ise eğer rıza ve sabırla karşılanmazsa isyana sürükleyecektir.
Ne zaman ülkemizde veya dünyanın bir yerinde bir afet, bir musibet olsa, özellikle medyada itikadımıza aykırı söylenmiş birçok manşete rastlarız. Ölüm sonrasında bir hayat yokmuş gibi atılmış bu manşetler özellikle kaza ve kader konusunda yanlışlar barındırmaktadır.
Aynı yanlışı tedbirsizliği, vurdumduymazlığı, denetimsizliği eleştirmek için yapılan haberlerde de görmek mümkün. Böyle haberlerin hedefi, tedbir almayan, denetim yapmayan, işini sağlam tutmayan kişi ve kurumlara değil ölümün kendisi, dolayısıyla kader olabilmektedir.
Musibetlerin kim tarafından ve niçin gönderildiğini düşünme ihtiyacını hissetmeden başa gelenleri İslâm itikadına aykırı izahlarla anlatmak; mesela ölümün erken ya da geç olduğuna hükmetmek, sebepleri ecel, tedbiri adeta ölümün çaresi gibi görmek, hakikate kör olmak demektir.
İslâm bize hayatın sürekliliğini öğretir. Dünyaya gelişle başlayan hayat hikâyemizin hem öncesi hem sonrası vardır. Nasıl var oluşumuz ezelde takdir edilmiş, ruhlarımız yaratılmışsa, dünya hayatının da ebede uzanan sonrası vardır. Yani hayatın doğumla ölüm arası dönemi fanidir ama ölümle birlikte ebedîlik kazanır. Dolayısıyla hayat dünya ve ahiretle bir bütündür. Fakat geçici dünya hayatı ebedî hayat için belirleyici olmakta, imtihan dönemi olarak yaşanmaktadır.
Cenab-ı Mevlâ, Müberra Kitabımız’da mealen şöyle buyurur:
“Her nefs ölümü tadacaktır. Biz sizi sınamak için şerre de hayra da müptela kılıyoruz. Sonunda bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya, 35)
Bir başka ayet-i kerimede de mealen şöyle buyurmuştur:
“İnsan, Rabbi onu imtihan edip de ona ikram eylediğinde, nimetler verdiğinde, ‘Rabbim bana ikram etti.’ der
Ama imtihan edip rızkını daraltırsa, o vakit de ‘Rabbım bana ihanet etti.’ der.” (Fecr, 15-16)
Anlaşılıyor ki affımıza ve yükselişimize sebep olması gereken afetler ve musibetler, bunları hak etmediğimiz düşüncesiyle, ilahî takdire karşı kibirle karşılanırsa, Allah korusun, küfür ve ebedî helake sebep olur.
İnsanın hiçbir musibetle karşılaşmaması için hiç var olmaması gerekir. Çünkü musibetler değişme ve bozulma niteliği taşıyan şeylerin değişmesinden, bozulmasından ileri gelir. Musibetlerin olmamasını istemek, tabiattaki olma-bozulma (kevn ve fesad) kanununun ortadan kalkmasını istemek olur ki, bu imkansızdır.
Dünya musibetler yurdudur. Yüz senelik ömründe başı bile ağrımamış insan da nihayetinde ölecektir. Diğer taraftan kuraklık, sel, mahsül azlığı, salgın hastalıklar ve benzerleri üstünde yaşadığımız kürre-i arzın kanunlarıdır. Aynı şekilde günümüzde sık karşılaşılan ve ciddi yıkımlara sebep olan deprem, depremlerin tetiklediği dev dalgalar ve sel baskınları, kasırga, hortum gibi afetler de ilahî kanunlardır.
Bunlar engellenemez, bunlar karşısında sadece fiilî ve kavlî duaya başvurulur. Fiilî dua her türlü tedbirdir. Sel bölgesinde dere yatağına ev yapmamak, şehirleri depreme karşı dayanıklı inşa etmek, hastalılardan korunmak, kıtlık tehlikesine hazırlıklı olmak gibi tedbirler, dinimizin hem ruhuna hem hükümlerine göre gerekli görülmüş, fakat sebeplerin arkasındaki asıl fail olan Cenab-ı Hakk’a her vesileyle iltica edilmesi de emrolunmuştur. İşte bu da kavlî ve kalbî duadır.
İmam-ı Gazâlî k.s. insanın üstesinden gelemeyeceği musibetlere sabretmesini sabrın en yüksek derecelerinden biri olarak zikreder. İnsanın musibetlerden korunmaya çalışması ve uğradığı bir musibetten kurtulmak istemesi, kurtulamaması halinde üzüntü ve acı duyması, gözyaşı dökmesi fıtrî bir durumdur. Ondan istenen, musibetleren korunma yönünde önlem almak, başa gelen bir felaketten kurtulmak için her türlü çabayı göstermek, kurtulma imkanı bulsa da bulamasa da durumu sabır ve metanetle karşılamaktır.
Ârif zatlar, bela ve musibetleri maddi ve manevi uyanışa sebep olacak fırsatlar olarak işaret etmişlerdir. Nitekim “bir musibet bin nasihatten iyidir” denilir. Demek ki musibetin hatırlatma, ikaz ve uyarı gibi faydaları vardır.
Yüce Kitabımız’da mealen şöyle buyrulmuştur:
“Belki dönüp yola gelirler diye andolsun onlara büyük azaptan önce dünya azabını tattıracağız” (Secde, 21)
“Biz onları yeryüzünde iyiler ve aşağılıklar olarak bölük bölük ayırdık; iyiliğe dönerler diye onları güzellikler ve kötülüklerle sınadık.” (Araf, 168)
Kulluğun en üst seviyesi, yaratanı sürekli hatırda tutabilmek, O’nunla her an beraber olabilmek, yani sürekli bir ibadet durumunu yaşamaktır. Ne var ki insan unutmakla malüldür. Çoğu zaman dünyaya ve meşguliyetlerine dalarak Allah’ı unutur. İşte musibetler, kalbinden ve hayatından Allah’ı uzaklaştıranlar için bir uyarıcı olarak O’nu hatırlatır. İşte o zaman bela bir lütuf olur.
Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v.’in şu ifadeleri bu manayı netleştirmektedir:
“Müslümanın başına yorgunluk, hastalık, keder, acı, kaygıdan dikene batmasına varıncaya gelen her musibet, günahlarına kefaret olur.” (Buhârî, Merdâ, 3; Müslim, Birr, 45, vd.; Tirmizî, Cenâiz, 1)
“Allah mümin bir kuluna bir hastalık musibetini verse (sabredip isyan etmediği takdirde) onunla günahlarını siler.” (Mâlik, el-Muvatta, Ayn, 8; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/157)
“Allah kimin vücudunda bir bela verirse, o bela kendisi için bir af vesilesidir.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/185, vd.)
Sözümüzü Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v.’in oğlu vefat eden Muaz b. Cebel r.a.’a taziye için gönderdiği mektuptan bir bölümle bitirelim:
“Allah Tealâ, bizlere verdiği nimetlerden ötürü şükretmemizi, başımıza bir musibet geldiğinde de sabretmemizi farz kılmıştır.
Senin oğlun da Allah’ın bir hediyesi ve emanetiydi. Hak Teâlâ seni, neşe ve sevinç içinde bu nimetten faydalandırdı. Sonra onu büyük bir ecir karşılığında tekrar geri aldı. Eğer sabreder ve beklersen senin için nice mükafatlar vardır.
Ey Muâz! Senin bu acın, Allah’ın sana vereceği ecri yok edecek hareketlerde bulunmaya sevk etmesin. Yoksa kaybettiklerine pişman olursun. Eğer bu musibet karşılığında elde ettiğin sevabı bir bilseydin, o musibetin bunun yanında küçük kaldığını görecektin.
Bilesin ki ahlanıp vahlanmak öleni geri getirmez, üzüntüyü de gidermez. Sana da gelmesi muhakkak olan ölümü hatırla ki üzüntün gitsin.”
Cenab-ı Mevlâ bizleri bela ve musibetlerden korusun; duçar olduğumuzda da sabreden ve ibret alan kullarından eylesin.
Tevfik ve inayetiyle…