Bazen de sıhhatli oluşundan dolayı ölümü uzak sayar. Ansızın gelen ölümü uzak bir ihtimal olarak görür. Bilmez ki bu uzak değildir. Uzak olsa dahi ansızın gelen hastalık uzak değildir. Hastalıklar ansızın gelir, kişi hasta olduğunda ölüm uzak sayılmaz. Eğer bu gafil, ölümün gençlikte, orta yaşlılıkta, ihtiyarlıkta, yaz, kış, güz, bahar, gece ve gündüzde belli bir vaktinin olmadığını düşünse, aklını başına toplar, ölüme hazırlanmakla meşgul olur. Fakat bunları düşünmemesi ve dünya sevgisi onu gaflete düşürür. Bu yüzden ölümün devamlı ileride olduğunu zanneder. Başına geleceğini takdir etmez. Kendisinin devamlı başkalarının cenazelerini teşyi edeceğini zanneder. Kendi cenazesinin teşyi edileceğini hiç hesaba katmaz. Çünkü defalarca cenaze teşyi etmiş, artık buna alışmıştır.
O daima başkasının ölümünü müşahede etmiştir. Kendi ölümünü ise hiç düşünmemiştir, düşünmesi de uzak ihtimaldir. Bu kimse kendini başkasına kıyas etmeli, cenazesinin omuzlarda taşındığını ve defnedildiğini düşünmelidir. Belki de mezarının tuğlası hazırlanmıştır.
Bu kişinin ölümü hatırlamayı ve tövbeyi tehir etmesi katıksız cehalettir. Bunun sebebi cehalet ve dünya sevgisi olduğuna göre, kurtuluş, hastalıkların sebebini bertaraf etmektir. Cehalet, uyanmış kalpten gelen saf fikir ile bertaraf edilir, temiz kalplerden gelen hikmeti dinlemek ile yok edilir.
Dünya sevgisine gelince, onu kalpten çıkarmakta kullanılan ilacın acısı pek çetindir. Geçmiş ve geleceklerin tedavisinde aciz kaldıkları müzmin bir hastalıktır. Bu hastalığın son güne ve son gündeki büyük azap ve büyük sevaba iman etmekten başka ilacı yoktur.
İnsan bunlara kesin olarak inandığı zaman kalbi dünya sevgisinden boşalır. Çünkü gerçek sevgi odur ki, kalpten basit şeylerin sevgisini siler. Bu bakımdan kişi, dünyanın değersizliğini, ahiretin de büyüklüğünü gördüğünde dünyaya iltifat etmekten kaçınır.
Böyle kişi, doğudan batıya kadar bütün dünya mülkü kendisine verilse bile aldırmaz. Nasıl aldırsın ki! Onun dünyadan alacağı az bir şey vardır. O halde dünya ile nasıl sevinebilir veya ahirete iman etmekle beraber dünya sevgisi onun kalbinde nasıl yerleşir? Allah Tealâ’dan dileğimiz, bize dünyayı salih kulların gördüğü gibi göstermesidir.
Ölümü hatırlamak hususunda emsallerinin, akranlarının ölümüne bakmak gibi bir ilaç yoktur. Onlara ölümün nasıl ummadıkları bir zamanda geldiğine dikkat etmelidir. Ölüm için hazırlıklı olan bir kimse büyük bir zafer elde etmiş olur. Uzun emelle aldanmış bir kimse ise apaçık zarar içinde demektir. Hz. Peygamber (s.a.v.) ashabından birinin gaflete daldığını hissettiğinde, cemaatin içinde sesini yükselterek şöyle buyurdu:
“Ölüm gerçek şekliyle gelecek, ya saadetle ya da şekavetle sizi yakalayacaktır!”
Ebu Hüreyre (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Ben uyarıcıyım. Ölüm yakalayıcı, kıyamet ise vaat edilen vakittir.”
“O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı sınamak için ölümü ve hayatı yarattı. (Mülk, 2)
Süddî (rh.a.), bu ayeti “Ölümü kimin daha çok hatırlayacağını ve ölüm için hanginizin daha güzel hazırlanacağını, kimin ölümden daha fazla sakınıp korkacağını denemek için!” şeklinde tefsir etmiştir. Huzeyfe b. Yeman k.s. şöyle demiştir: “Her sabah ve akşam bir tellal: ‘Ey insanlar! Göç var! Göç var!’ diye bağırır.” Hasan Basrî (k.s.) vaazında dedi ki: “Acele ediniz! Eğer nefesleriniz tükenirse, sizi Allah’a yaklaştıran amelleriniz de kesilir. Günahının çokluğuna bakıp ağlayan kimseden Allah razı olsun. Ayette, ‘Çünkü biz onlar için sayıyoruz.’ (Meryem, 84) buyrulmuştur. Yani nefeslerinizi sayıyoruz. Sayının sonu nefesinin tükenişi, aile efradından ayrılışın ve kabre girişindir.
Sabır ve metanet gösteriniz! Dünya sadece birkaç günden ibarettir. Siz mola vermiş bir kervan gibisiniz. Sizden birinin çağrılması yakındır. Dünyaya iltifat etmeksizin icabet etsin. Elinizde bulunanın yararlısıyla yetinin.”
Abdullah ibn Mes’ud (r.a.) şöyle demiştir: “Sabaha çıkan kimse misafirdir. Malı elinde emanettir. Misafir göç eder, emanet sahibine geri verilir.”
Ebu Ubeyde el-Bacî (k.s.) der ki: Hasan Basrî (k.s.) ölüm döşeğinde iken ziyaretine gittik. Bize şöyle seslendi:
“Sizlere merhaba! Allah sizi selameti ile sıhhatli kılsın, bizi ve sizi cennete koysun. Eğer sabreder, sadakat gösterir, Allah’tan korkarsanız, bu güzel bir şeydir. Sakın bu sözler bir kulağınızdan girip diğer kulağınızdan çıkmasın!
Hz. Peygamber (s.a.v.)’i görenler, O’nun bir kerpici diğer kerpiç üzerine bıraktığına, bir hasırı diğer hasır üzerine koyduğuna şahit olmadı. (Dünyaya kıymet verip itibar etmedi.) Onu görenler, kendisi için dikilen bir bayrağa bütün kuvvetiyle koşarken gördü. Acele edin, acele! Kurtuluşa koşun, kurtuluşa! Siz nereye yöneliyorsunuz?
Kâbe’nin Rabbine yemin ederim ki, ölüm sizinle beraber! Allah o kuldan razı olsun ki, hayatını tek bir hedefe yöneltmiştir. Bir parça ekmek yemiş, eskimiş bir elbise giymiş, yere yapışmış, bütün kuvvetiyle ibadete koyulmuştur. Günahından ötürü ağlamış, cezadan kaçmış ve Allah’ın rahmetini aramıştır ki, o bu durumda olduğu halde eceli gelip yakasına yapışmıştır.”